Anasayfa | Yazım

Yazım

Yazım

BABASIZ KIZLAR, KANATSIZ KUŞLAR GİBİDİR


30 Ocak'ta tam iki yıl olacak, kolu kanadı kırık kalalı...

Nasıl bir imtihandır? Aynı gün, 7 yaşını dolduran küçük miktarların da doğum günü olması…

Geçen yılın küçük yayını, 40 yaşını aşan, saçlarının hatırı sayılır sayıda kar yağan annesinin yetimliğini, “baba acısını” ve yaş günü bir gün sonra kutlama talebimizi anlayamadı.

 Adem gibi adam, imam gibi imamdı, Düzce'li Hafız Bilal…

Sığınacak limanım, yıkılmaz kalem, rehberim, pusulam, babamdı.

 Ben tastamam iki yıldır, koca bir okyanusta pusulasız, bir içerikte dolaşıyorum.

 Hala silemedim, cep telefonunun rehberinden.

Hala başım dara düştüğünde, ilk O sorunu geliyor, birkaç saniye sonra ise boynum bir daha bükülüyor.

Kuran'ın tek lideri, yüreği tek gücü olan bu adam, hem babası, hem de ilk ve tek Kuran hocası, hayat rehberimdi.  

Kuran'ın sadece mezarlıklarda okunmak için inmediğine, dinin sadece imamların yeteneğinin yapılabileceğine, her ne iş yapılabileceğine, ortada şaşmadan, şehrin tam ortasında da dindarın yaşanabileceğine inandı. Ve öyle yaşadı…

Benden önceki iki oyun ağır sağlık hizmetleri ile doğup, sadece birkaç ay yaşadığı için erken tatmıştı takip acısını… Sağlıklı bir gelişme ne büyük bir nimet olduğunu iyi bildiğinden, bir nimete nasıl muamele edilirse, bana da hep böyle davrandı. Allah 50 yaşında sonra O'nu evlat edinen acısıyla bir daha sınadı ve 19 yaşındaki kız kardeşimi, 21 yıl önceki yine karlı bir Ocak'ta birlikte yerdeydi.

Diğer kızlar için babalarının nasıl ulaşılamadığını ben hiçbir zaman anlayamadım. Benim için baba, eli uzatınca tutuverdiğim, hep yanı başımda dost, yoldaş olandı.

Hafızlığın verdiği kuvvetle, yakın tarih, Adnan Menderes'i, ihtilali, gün ve saatle anlatılırdı. Ayhan Işık'lı Yeşilçam'ı, Tercüman Gazetesinde Ahmet Kabaklı'yı, sahilde simit çayı ilk O'ndan öğrendim.

Babam sadece çocuklarıyla değil, herkes ile konuşur, herkesi dinlerdi. Burnu akan sokak çocuğu, kocasından veya evlendiğinde dertli kadın, akşamcı mahalle komşusu, caminin bitişiğindeki Süryani dükkân komşusu, … Alaylı, halkla birlikte olanlar var. Şimdi, herkes ile konuşabilmenin nasıl büyük bir kıymet olduğunu ve siyasette, medya, akademide koca koca adamların tırnağı dahi olamadığını görüyor, sadece gülüyor ve yaşadığım nimete şükrediyorum.

Kendisinin bildiği ilk yaşlardan itibaren ilim sahibi olan babası, hafız hocası olan dedeme yalvara yalvara hafızlık yaptı. Yokluk sadece, babamdan 6 yaşındaki büyük amcamı okumalarına izin veriyormuş çünkü. Ama babamın azmiyle, yokluğu da, dedemin çaresizliğini de yenmiş. “İlmi dileyene veririm” emri sayesinde babamda tecelli etmişti. Küçük şehirde yaşamak, istediği gibi ilim sahibi olmakta henüz olmadığından, ben daha birkaç aylık bir bebekken, sadece kızını okuyabilmek için, beş ayrı sınava girerek İstanbul'a seçilebilmek. Bundandır ki, ben küçücük bir kızken bile aileye “göç” sebebiyim.

İlk namazı O'nun arkasında kıldım, ilk mukabeleyi O'nda dinledim. Ezan ve Kuran O'nun sesiyle zihnime mıh gibi çakıldı. İlmin zekatını vermeyi, camideki yaz kurslarında babama kalfalık yaparak öğrendim.

Zamanın ilk mektebi, O'nun rahle-i tedrisiydi ve ölene kadar da devam etti. İlmin kıymetini, iyiyi, doğruyu, tevazu ile eğilmeyi ama namerde boyun eğmemeyi, yılmamayı, akletmeyi, “er kişi”nin gerektirdiği sıfatla değil, yürekle olduğunu, mazlumun yanında, zalimin karşı koymayı, hep O'nun şahından görerek öğrenildiğini.

Hiçbir şey sadece sözle anlatılmadı. Kulaklarımla belirtiler onu doğruya, şahsında gözümle belirtilik göstermemi de sağladı. Ondandır ki, ben ve sahiplerinin hep yaşlarından büyük olduk.

Kur'an ışığıydı, küçük bir köyden İstanbul'un ortasında, yaşadığı ve daha sonra bizim için, tüm nimetlerin Kuran'ı hıfzemesinin tecellisi için son nefesine kadar iman etti ve şükretmeyi asla ihmal etmedi.

Daha fazlasını istemeden önce, var olanın karşılığını bize verdiniz.

Halka hizmetinin Hakk'a hizmet olduğu, kendi için istemediğini başkası için istememeyi, amme özgürlüğü, göz özgürlüğü, kul özgürlüğü… daha küçücük bir çocukken O'ndan bildiklerimizdi..  

Allah'tan başkasından korkmamayı, Allah'tan başkasından istememeyi,

Vermeyi, çoğaltmayı, sevmeyi, muhabbeti, hoşgörüyü, tevazuu ile ilişkiler arasındaki ince çizgiyi, hep O'yu tedavi eder.

Çemberlitaş, Çarşıkapı, Mercan, hep ticaretin tam orta yerindeki camilerde görev yaptı. İstanbul büyük ve zor şehir, bir de üç çocuk… Pek çok meslektaşı camiden kalan vakitlerinde, ek iş, ticaret yapıyor. Hafız Bilal, genel olarak ticarethanesini yönlendirmeyi imam olmayı tercih etmişken, “ben peygamber mesleğini icra etmeyi taahhüt ediyorum, olur ya ticaret ve para biriminde camiye, Kuran'a olan hizmeti aksatırım.” endişesi ile asla ikinci bir işte çalışmadı.

Tam 41 yıl çok sevdiği Kuran'a hizmet etti. Peygamber mesleğini, layık olabilme mahcubiyeti ve şerefiyle icra etti.

İstanbul'un tam orta yerinde, sınıfta tek imam kızı olarak 6 yaşında ilkokula başladığımda, “farklı olmaktan veya farklı olandan korkmamayı, mutlaka kendin gibi ama hep birlikte var olmayı”, babamın tecrübeleri sayesinde tecrübe edindim.

Bakıyorum, kimileri kaçarken okuyor, koca yaşlar deviriyor da benim 6-7 yaşında öğrenip, 9-10 yaşında geride bıraktıklarımla hala mücadele ediyor. Bugün, yaşam tarzı ve bozulma üzerine yapılan tartışmaların değeri çiğ, çirkin ve çocukça bulmam da muhtemelen bu yüzden. 

Ailenin ne büyük bir zenginlik olduğu, kadın ve sahiplerinin sahiplerinin hasmı değil “mütemim cüzü” olduğu, en az erkek kadar kadının ve çocuğun da hakkı ve sorumluluğu olduğu hep birlikte deneyimledikleri.

Annemin babasının gidişatını hafifletmek, bir konuşmayı ikileştirmek için, tek mesleği olan terzilikle, evimizin bir odasını atölye gibi kullanarak ev eksenli çalışıyordu. Ütü yapmak, toz almaktan hiç gitmedi babam. Elinde yemek tepsisini taşıyınca erkekliğine de zeval gelmedi. Birbirinin sırtına yük olmadan, sırtını vererek nasıl aile olduğunu hep görerek öğrendim. Eşyanın tabiatı böyleydi bizim için.

Ne gariptir ki, yıllar önce babam ve annemde görmüştüm, şimdi diğer kadınların da yaşayabilmesi için “kadın hakları” mücadelesi veriyor. Bugünün erkeklerinin babasından öğreneceği o kadar çok şey var ki.

Arkadaşlarım ergenliklerini, anne babalarından saklı gizli yaşarken, ben okulu kırdığım gün gittiğimiz sinema için ekstra harçlığımı satın aldım babamdan. Babamdan hiç bir şey saklamadığı için biz de O'ndan asla bir şey saklayamadık.

Âşık olduğum ve evleneceğim adamla bile gizli olarak buluşamadım. Babama söylemesi için ilk ve son kez annemi aracı kıldım. Birkaç gün sonra babası, daha öğrencisi olan müstakbel ile görüşerek tanıştı. Şimdi 19 yaşında, ne ben ne de kavga ediyorum, aynı orandayız, aynı performans gösterdiğimizden emin değiliz.

“Bir eve bir imam yeter” diyerek, kız erkek, onu birimize, sevdiğimiz mesleklerde, verimliliğimizi, namerde dayanıklı olmamamızı öğütledi hep.

Asla geleneksel etkenlerle körü körüne günler yaşamadık. Birlikte sorduk, sorguladık… Yaşadığımız şehir ve insanlarla “kendimiz” olarak hemhal olduk… Onun herkesin ki “kökü mazi de olan atı” benim için tecrübeyle sabit anlam taşır.

Hafız Bilal, sadece biz üç özetlemek değil, pek çok kapsamlı babalık yaptı. Camiye cemaati olarak gelenlerin delik çorabını, yırtık ayakkabısını, kış günü paltosuzluktan üşüyen sırtını hep gördü, dertlerini dert edindi. Varsa kendi parasıyla aldı, olmadığında ihtiyaç sahibini mahcup etmemek için, onun yerine çevre esnaftan istemeyi vazife edindi.

Hafızlığın kıymetini bildiğinden, hafız yetiştiren Kuran Kurslarına emek bağışı, bilgisinin zekası mevcuttu. Yetiştirdiği masalların ruhuna daima çok yakın oldu. Çocuklar onun desteğiyle, en iyi oynamanın yasak olduğu günlerde spor ayakkabısıyla en iyi oyunda yükselmeye başladı.

İki mahalleden anında baskı görmeyi bahasına, ezberlerini, dayatmalarını reddedip, sorup sorgulayarak, yaşamayı ilk babamla birlikte deneyimledim. Tek bir kalıpla anlatılmak, sloganlarla yaşamak O'na göre değildi. Topyekûn kabullerimiz bizim olmuyor. Sorular, en büyük hocamız oldu. Aykırı adamdı. Bugün beni ezberlerine aykırı bulanlar, babamı tanımayanlardır.

 Sadece cami müdavimlerinin değil, herkesin “imamı” mümkündü. Sevmeyenlerin dahi kendinden “emin” olduğu, insan için en büyük sermaye olduğunu babasından öğrenebildiği. O'na da babasından miras kalmıştı.  

Tartışmadan, çatışmadan korkmadık. Bir konu O'na danıştığımda önce kitaplığından birkaç kitap çıkıyor banadi. Okumaların ardından, babamla birlikte konuyu hararetle ayrıntıları tartışırdık. Çünkü ben O'nun ilmine, O benim merakıma itimat ederdi. Ve onun ikimiz arasındaki dostluğunun samimiyetine…

Masum zaafları, merakları, insanca heyecanları vardı. 14 yaşında sigarayı bırakmaya başladı 44 yaşında bir günden ayrıldı. Futbolu, Yeşilçam'ı sevmekten vazgeçmedi. Barış Manço'nun ani ölümü herkesi sarstığında, O “Ne var?” dedi. “Ayhan Işık bile öldü.”…

Ne büyük bir nimetle büyümüşüm ben. Bir bilinen İstanbul tutmuş, diğerinden Hafız Bilal.

Babamdan öğrendiklerim ile birlikte almayı onca okul ve kitapta öğrendiklerimi terziye koymaya kalksam, babaya haksızlık yapmayı unutmayın.

O'nun yokluğunu anlatması, tek satırda maharetim kalemim bile kifayetsiz kalıyor. Hangi bölgede olursa olsun, bir kız çocuğu babasız kalınca sadece yetim olmuyormuş, kolu kanadı kırılmış bir kuş gibi biçiyor kalıyormuş.

Dileğim; üç güzel bolluktaki babalarıyla böyle satırlara sığmayan hatıralara sahip olması…

Canım babam, nur içinde yat.

OCAK / 2011