Yazım
Yazım
DARAĞACINDA 26 FİDAN
Darağacı, sadece 3 fidan için kurulmadı…
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için kurulan darağacı, cunta geleneğinin vazgeçilmezlerinden oldu. 12 Eylül de toplam 517 kişi için idam istendi ve darağacı “bir sağdan bir soldan” gençler için 26, adli suçlularla birlikte toplam 50 kez kuruldu.
Her biri, birbirinden hazin, siyasi tarihimizde kara bir leke gibi duran idam hikâyeleri… İdamlarda darağacı ilk olarak sol görüşlü Necdet Adalı için 7 Ekim 1970 de Ankara’dakuruldu. Sadece birkaç saat sonra ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu, “denge olsun” diye yürüdü darağacına.
Sol görüşlerinden dolayı, Serdar Soyergin, Erdal Eren, Veysel Güney, Ahmet Saner, Kadir Tandoğan, Mustafa Özgenç, Seyit Konuk, İbrahim Ethem Coşkun, Necati Vardar, Ramazan Yukarıgöz, Ömer Yazgan, Erdoğan Yazgan, Mehmet Kambur, İlyas Has, Hıdır Aslan bir bir darağacında buldu kendini.
12 Eylül cuntasıyla, darağacına 26 fidan yürüse de, günümüze hep sol görüşün hazin hikayeleri taşındı. Edebiyat, sinema, tiyatro, müzik alanında kentli entelektüeller sanatlarıyla yaşattılar bu hikayeleri… 17 yaşındayken, yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren başta olmak üzere, her biri sinema, müzik, edebiyatla yaşatıldılar, unutulmadılar, unutturulmadılar.
Sağcıların, ülkücülerin, yazılı, sözlü ve hatta popüler kültürde var olamamaları, 12 Eylül öncesi yaşandıklarını, cuntayla yüzlercesinin işkenceyle can verdiğini, idamla yargılanan 220 gencin, 10’nun “bir oradan bir buradan” diyerek asıldığı gerçeğini değiştirmiyor.
“İdam edilen ülkücülerin en gençleri 20 yaşındaydı, Ahmet Kerse, 31 Ocak 1983, Gaziantep Cezaevinde idam edildi. Ali Bülent Orkan, Cengiz Baktemur, Cevdet Karakuş, Fikri Arıkan, Halil Esendağ, İsmet Şahin, Mustafa Pehlivanoğlu, Selçuk Duracık, Şehabettin Ovalı…”
Dahası var; Halil Esendağ’ın kefen için parası yoktu, 20 kişi bir araya geldi yine kefen parasını toparlayamadılar. Aralarından birinin nevresimlerini arkadaşları için kefen olarak diktiler.
Öğretmen olmasına bir yıl kala kendini darağacında bulan Ahmet Kerse, annesine, babasına ve 9 kardeşine haber verilmeden gece yarısı sessizce idam edildi. Ağabeyinin daha sonra gözyaşları içinde anlattıklarına göre Kesre, ne kefenlenmiş ne de cenaze namazı kılınmıştı.
Mustafa Pehlivanoğlu mahkeme süresi boyunca polis ifadesinin işkence zoruyla alındığını ve kendisinin masum olduğunu iddia etti. İdam kararını veren Sıkıyönetim Mahkemesi Hâkimi Ali Fahir Kayacan daha sonra anlattığı anılarında, Mustafa Pehlivanoğlu’nun asılan solcu Necdet Adalı;ya denge olsun diye idam edildiğini belirtti.
Ailesi, idamı ancak infazdan 3 gün sonra çocuklarını ziyarete geldiklerinde öğrenebildi.
Cengiz Baktemur’un taburesi cellât tarafından ilk tekmelendiğinde, can çekişti, ölüm uzadı. İçlerinden biri; böyle işkence olmaz, tutun kaldırın; dedi. Az sonra cellat yine geldi. Ve bu defa ipi boynuna tam geçirdi. Ve tabureye bir tekme daha...Hasılı, Cengiz iki kez idam edildi…
Ayrıca, Ankara’da Bekir Bağ, Malatya’da Aydın Demirkol ve Mehmet Kazgan isimli
ülkücüler, sorgulardaki ağır işkencelerden dolayı, Hüseyin Karamahmutoğlu da Mamak zindanlarında gördüğü işkenceden dolayı can verdi... Ve daha yüzlercesi…
TV dizileri ile genç zihinler “reset”lenip, yakın tarih yeniden yazılıyor…
Siz istediğiniz kadar “cuntalarla, sağcı, milliyetçi, gençlik de zulüm gördü, mağdur edildi” deyin… Gerçek olduğu kadar hazin olan hikâyeleri, sinema perdesinde, TV karelerinde yeralmadığı zaman, tarihin tozlu sayfalarında üstleri örtülüveriyor, “yok” sayılıyor.
“Anne sağcılar kötü mü?”
Hem kendinin hem de eşinin ailesinde, 12 Eylül öncesinin acısını bizzat tanığı olan, başörtülü, muhafazakâr, dindar bir arkadaşımın 12 yaşındaki oğlunun, dönem dizilerini izlerken “anne sağcılar kötü mü?” diye sorması, varılan noktayı bir çırpıda gözler önüne seriyor. Çünkü dönem dizilerinde, ideolojik bir pencereyle, “iyi” ve “kötü” siyah-beyaz gibi keskin bir çizgiyle öyle ayrılmış ki…
Yakın tarih dönem dizilerinde, “iyi, doğru, güzel, ideal, nezih…” olan hemen her şey “sol, devrim…” kavramları üzerinden anlatılıyor. Karşısında da “kötü, hain, çirkin…” hemen her şey de işbirlikçileri ile “sağcılar ve ülkücüler” üzerinden…
Kameranın dili öyle doğru kullanılıyor ki, mesajı asla direkt almıyorsunuz… Çocuklar, gençler, popüler kültür, TV, internet ile (hatta bazıları anne babalarının bir dönem verdikleri mücadelenin farkına dahi varmadan veya onları küçümseyerek) kendileri için yeniden yazılan yeni tarihi belleyerek, büyüyor. Çünkü 20. yüzyılın icadı, sihirli beyaz cam, kılıçtan çok daha keskin… Sırada internet var, belki yarın, belki yarından da yakın, beyaz camdan daha hızlı ve yaygın bir şekilde gençlerin zihnini “reset”leyip, yeni formatlar atacak…
MAYIS / 2011