Yazım
Yazım
KAPİTALİZM VE AŞK
Kapitalizm, en önemli işbirlikçisi popülizm ile birlikte, bizi tam da “kalbimizden” vurmayı başardı.
Vitrinler girdi kanımıza ve hatta kar koca, anne evlatlıkları…
Moda, imaj üzerinden gardroplarımızı ve bizi esir almaya yetmedi, doymamış kapitalizmin aç ve canlandırabilir, yüreğimize de göz dikti.
Yeni pazar arayışı sadece üretimin konusu değil artık, sistem de kendini obezleştirecek yeni pazarların peşinde…
Maddeye ait bütün bu dayatmaların bir çığ gibi büyümesi gibi bünyeye alışmadan, kapitalizmin bizi “yüreğimizden” vurması, sıra darbe gibi… İnsanın içini sızlatan, kutsal ve masum hikayelerden bile medet uman kapitalizmin, masumiyeti, ölüm acısını, aşkı ve dahi din kutsallarını satması. ..
Ne kadar masumdur, Anna Jarvis'in anne özlemiyle başlayan anneler günü. Ama Jarvis'in kampanyasına, finansal desteğine, Amerika'nın önde gelen bir alışveriş tüccarının saklanmasına, çok az kişinin bilir.
Aziz Sevgililer Günü hikayesiyle kutsiyet atfedilen Sevgililer Günü; Massachusetts'den Esther Howland'ın 1847 yılında dantel kartları seri halinde üretip, telif hakkı kırtasiye dükkânında satmaya başlamasıyla, insanlar tarafından yaygın olarak bilinip kutlanmaya başlandı. Kartları o kadar çok beğenildi ki Howland'ın zengin bir kişinin emekliye ayrılması rapor edildi.
Arz-talep, ihtiyaç- beğeni teorilerini üzerindeki tartışmaları eskittik olarak barındırıyor. Kapitalizm, kendini obezleştirecek, yeni pazarlar aramayı sürdürüyor.
İletişim gelişmeleri gelişir, bir bakarsınız, sosyal statümüz ile teknoloji ürünleri arasında bir bağ kuruluvermiş. Dün, siyasal sistemin dışladığı “dindar başörtülü” kadın sistemi tarafından biraz kabul görüyor, “tesettür modası” patlayıverir.
Kapitalizm, bu defa “yüreğimizden” vurdu bizi…
Vitrinleri, reklam kuşaklarını süsleyen ve yüksek volümle, bas bas bağıran “kırmızı kalpler”, yüreğimizin ne kadar da çıldırdığının en bariz örneği değil mi?
Kapitalizm bir virüs gibi bünyeye girmeyesin, her oltaya, ona uygun yem bulunuverir.
Her bütçeye uygun, “sevgi”, alınır satılır… Ve hatta indirim reyonlarına, tezgah sokaklarına kadar düşer… Kimi kalpli yastıkla yakalanır bu tuzağa kimi de bütçenin kabarıklığı ile Kayıt, bilmem kaç karat, pırlanta yüzükle…
Kadınların kadınlığı, erkeklerin de erkekliği, bir küçücük parlak taşın terazisinde satar oldular. Yüzüğünün rengi taşınan karatı, altının parçaları oldu, yüreğin hacmini ve gücü…
Bugün, canım ülkemde, kendini dindar, muhafazakar adden pek çok aile 5 boyutlu çocuğu dahi “sevgililer günü” takip eder ve bilir. Modernizmin bünyesi onu ne kadar alışıksa de muhafazakar bünyede daha da sakil durur, satılık kalpler…
Biz, aşka süt yazılanları okuyarak büyüyerek, yeni nesil ise aşkı, önce vitrinlerde tanıyoruz. Ayakkabı, elbise alır gibi aşkı da satın alabilecek zannediyor. Aşk, edebiyatın vazgeçilmez konusu iken, şimdi de ekonominin, tüketimin, vazgeçilmezi oluveriyor…
Ah! Sormak…
Ne kadar da masumdun…
Şiirlerde, romanlarda tanıdım seni, sonra da sevgilinin gözlerinde…
Ah! Sormak…
Ne yaman bölünmüş, bir zamanlar samanlık seyranla yanınızda… Şimdi bütçelerimizin yoğunluğu ve tek taşın karatıyla tarifelerini yapıyorlardı…
Sözüm, elmasa, pırlantaya değil ama hazırlanmışlar! Yakut ve zümrütle de kavgam olmaz…
Pırlanta gibi kalpleri, zümrüt yeşili gözleri severim ben…
Aşk ile atan bir yürek, teraziye kazandıran haddini bilmezlere sözüm…
Vah ki vah!
Kapitalizm, "aşk" içini boşaltıp, kırmızı yumuşak kalp yastıkların içini doldurdu...
Hayrını görün...
ŞUBAT / 2012