Yazım
Yazım
“MÜSLÜMAN ALGISI” ÜZERİNDEN, HASAR TESPİT RAPORU
Uzak tarihe gidiş yok, yarım yüzyıl ömrü olanlar bile ciltlerce kitaba sığacak aksiyonlar yaşadılar... Yıllar boyunca farklı olaylarla, sıcak çok sıcak siyaset ortamının harareti de hemen hiç düşmedi.
12 Eylül, 28 Şubat, 17-25 Aralık, DAİŞ terörü ve irili ufaklı yerli, yabancı daha pek çok ağır gündem.
Bu ağır gündemlerin, travmaların, ekonomik, ısık, siyasi sonuçlar, bir anlamda hasar tespitleri hemen her gün medya marifetiyle kamuoyuyla paylaşılmakta.
Özellikle 28 Şubat ve 17-25 Aralık ve DAİŞ terörünün bir başka sonucu var ki, pek kimse bunu konuşmak istemiyor. Çünkü bu, diğerleri gibi sadece dünyalık değil, daha uzun vadeli bir fatura mevcuttur.
28 Şubat'ta dindarlar, devlet ve sivil işbirlikçileri marifetiyle, çok büyük bir şehitlik yaşadılar. Bu baskı ve zulmü yapanlar, seküler düzen içinde hukuk karşısında hesap verir, vermez bu başka bir tartışmanın konusu. Fakat ben ortaya çıktığım iki farklı sonuçla daha da ilgiliyim;
1-Toplumun, İslam ve Müslüman algısı ne kadar zarar gördü?
2-Dindar Müslümanlar, oyunun bu kısmının ne kadar farkındalar ve bu imtihanı verebildiler mi? Faturası sadece dünyalık olmayan, işte bu hasar tespit raporu konusunda oldukça endişeliyim.
Dindar Müslümanların üzerinden silindir gibi geçen, derin travmalar yaratan 28 Şubat'ın “dindar figürleri”, Aczimendiler, Ali Kalkancı, Fadime Şahin ile kazındı hafızalarımıza... Oyunu kurgulayanlar öyle buyurdular çünkü…
Algı yönetimi böyle bir şey, fotoğraf hafızamızdan vururlar bizi.
Yönetmenler; başörtüsünü kostüm olarak taktıkları, başrol oyuncusu Fadime Şahin üzerinden, birkaç damla hayaliyle çerçeveli, iyi bir oyunculukla kotarılmış, dindar kadın(!) imajını oluşturdular. Aynı evde basılan, üstünü başını toparlamaya çalışan sakallı dindar adam, Kuran yetenekli dahi bilmeyen sahte şeyh ve hemen her gün bir TV kanalına, cehaleti kirpiğinden akan, bugün adını hatırlamadığım "Müslüman kadın yazar" kisveli aktörleri ile soslayarak, yeni bir Müslüman operasyonu, imajını “ mıh” gibi çakmak istediler toplumun hafızasına…
Siyasi, ekonomik hedefler ve beklentiler kadar, “Müslüman algısı ve imajı” üzerine oynanan bu oyun, felsefe olarak, ABD'nin 11 Eylül kurgusundan çok farklı değildi. Toplumun “Müslüman algısı ve imajı” üzerinde hemen benzer sonuçlar ortaya çıktı.
Bu dünyaya ait tüm sonuçlar onu ne kadar hala tartışılsa da, 28 Şubat'ın uzun vadeli en önemli sonucu, toplumun hafızasındaki “Müslüman algısını” çirkin bir fotoğraf karesine sıkıştıran, ayaklar tarafından düşüren, algı yönetimindeki (maalesef) başarıdır.
Profesyonel toplum mühendislerinin, Oskar'ın yapamayacakları ama Namzet yeteneği derin bir oyundu bu. Savaşların bıraktığı derin yaraların bir kaç nesilde kapanamayacağı türden, bu modern darbe de hala kapanmayan derin yaralar ruhumuzda ve dahi bedenlerimizde açıldı. Bu ağır travmanın stresiyle baş edemeyen ve sağlığı bozulanlar, en hafifinden “öğrenilmiş çaresizliği” tanıdılar.
Kazananları da oldu elbet 28 Şubat'ın... “En”leri vardı... Bir küçük mutlu azınlığı, mutlu eden 28 Şubat'ta hukuk, toplumsal vicdanının, adaletin konusu olan, darbe, din ve vicdan hürriyeti seçeneği, eğitim, çalışma Barınma, seyahat haklarının elden toplanması ne kadar seküler hukuk konusu ise, Müslümanların kendi içlerindeki sınav da bir o kadar dinin, dindarlığın konusu.
Bunu bir imtihan gibi görmekten daha çok, dünyalık bir savaş gibi görenlerin bazılarının da takiyyenin de ötesindeki hali, davranış ve tutumlar ile “Müslüman kimliği ve ahlakı” üzerinde daha da ağır izler bıraktılar. Şahsi ve sadece kendi kendine yeten tercihler değil, tartıştığımız, dünyaya ait kendilerine ait ilahi referans arama ve/veya üretme gayretkeşliği…
Bulunan gibi görünemeyenler, görünmeye çalıştıkları gibi ayakta kalıncaya kadar daha da sakil vaziyetler ortaya çıktı.
Eşinin dahi başörtüsünü taşıyamayanlar, gümüş kaplamalarını üretenler, imam hatipli söyleyemeyen, namaza gitmekten korkanlar ve/veya saklayanlar...
İşte bu da dindar Müslümanların sınavıydı. Aslından “dindarim” diyen hemen herkes, karnesi uzun süreceği belli olacak, kendi sınavını verdi.
17-25 Aralık'ta daha da usta yönetmenler girdi ve yine anılarımızda dini bütün insanlar, samimi Müslümanlar, samimi dostları yaralayacak izleyiciler bıraktı.
Çok yakın zamanda bu defa 11 Eylül'de olduğu gibi, DAİŞ Terörü'nün uluslararası bir kurgu sahnesinde yerini aldı. Silah, kan ve her türlü vahşeti İslam ile yan yana yazma gayretleri aşamalara ulaştı. Yine de günahsız olan “sözde Müslüman” fotoğrafları, zihnimize çakıldı.
Yine de fotoğrafımızı hafızamızdan kaydetmeyi hedefledik…
Bugün hala olay harareti üzerinde pek bilindiği halde belki, onlarca yıl sonra belki bizim ömrümüz kifayet boyunca ama yöntemlerimiz ve torunlarımız 28 Şubat- 17-25 Aralık arasında benzerlikler ile terör yöntemleri Müslüman varlığına, algısına verdiği zararlar üzerinden, örnek olay incelemeleri yapacak.
Bugün kişiler üzerinden tartıştığımız gündem, bundan sonraki yıllar sonra sadece hasar tespit raporu ile birlikte yayınlanacak.
Kardeşine iftira edenler, en mahreminden canlı yayın yapanlar, kardeşinin ayıbını örtmek yerine tüm mecralarını kullanarak, ifşa etmek, şantaj ve tehdit için yarışanlar, ibadetin dahisi gizli makbul iken, bedduayı online yapanlar, ölü kardeşinin etini okuyanlar ile yetim hakkı yiyenler, Müslümanların İslam karşıtlarının ezeli ve ebedi düşmanları ile işbirliği yapanlar, “Müslüman” yeteneklinin merkezinin işbirlikçisi haline gelenler, kalleşçe ve vahşetle cinayet işleyenler… Ve daha neler neler…
Yaradan'ın “Müminler, ancak kardeştir” (Hucurat-10), "Müslümanların ayıplarını (ve gizli şeylerini) araştırmayın..." (Hucurât, 49/12) emri ile, Resulullah'ın: “Birbirinizin özel ve mahrem hayatlarını araştırmayın" (Müslim, Birr ve Sıla, 30) satın almayı nasıl öğreneceğiz?
Bizi “Müslüman ahlakı” üzerinden, tam da gönlümüzden, evimizden vuranlar olabilir.
Yönetmen, reji, kostüm, efektler, kurgu… çözüm seçenekleri ile öncekilere karşılaştırma, çok daha profesyonel olan bu oyun, yıllar sonra yapılacak olan, yıkım analizi, hasar tespit raporunda, yine ölenler dindar Müslümanlar ve topyekûn bir memleketin daha da açık olduğu.
Bir Müslüman anne olarak, çocuklarıma mahcubum...
hayatın, hayatlarının tam da dahil olmak üzere çabaladığım, mukaddes dinin, gelişmelerden kaynaklanan gelişmelerin, kötü anıların daha da önemli kavramlarının devamı için...
Gerçi garip olan bu dinin, garip bir kaderi de bu; "Müslümün Müslüman ile sınava giriyor"…
Dört halifeden üçünün şehit olması, Hz. Peygamberin gözünün nuru torunlarının akıbeti, hep "Müslümün Müslüman ile sınanması" değil mi? Hz. Ali'ye kıyanlar ile Hz. Osman'ın evine gizlice girip kalleşçe canına kast yapanlar, bugün yine aynı “söylemler” ve kopya aynılarla “kardeşlerini” hedef almıyorlar mı?
Fotoğraf hafızamızdan vurdular bizi…
Artık zihnimizdeki “Müslüman” fotoğrafı asla eskisi gibi olmayacak…
Belki de bundan yıllar sonra yazacağız, toplumun hafızasına kazınmaya çalışılan “Müslüman algısındaki” deformasyonu ve sözde dindar Müslümanların, verilemeyen sınavlarını…
Benim haddim değil elbette, tarih unutulmayacak...
OCAK / 2014