Anasayfa | Yazım

Yazım

Yazım

Y ve Z KUŞAĞININ BİLMEDİĞİ YASAKLAR


Kuşağımdan yaşlı olanlara selam olsun…

Benim gibi, tevellidü 1967'e tekabül edenlerin, hem seksen öncesi hem de seksen sonrasına ait o kadar farklı tecrübeleri var ki.

Seksen önce biz... İlk gençliğimizde postalarla, tanklarla tanıştık...

Rastın, Hicazın, Türkün'ün kusurlu olduğu, ezanın tam 18 yıl yasak olduğu ülke, varisleriyiz biz.

Çocuktum ufacık…

İstanbul Sultanahmet adliyesinin bir üst sokağında geçen çocukluğumda, 8-9 yaşının ufacık gözleriyle, birkaç metrelik mesafe ile tanıklık etmem, bir gencin dövülerek, ölümün kıyısına nasıl geldiğine?

Yumurta topuğunun moda olduğu günlerde, peş peşe alınan topuk darbeleriyle, gününün nasıl tanındığı;

Şarküteri akan kanların, birilerinin nasıl mezesi olduğu;

Oyunumuz alanı olan bahçede, topun kaçtığı yerden üst atışlarımızı;

Okula gitmek için evin köşesini döndüğümde birkaç metre ara ile yerde yatan cesetlerden korkup eve geri gelişimi dün gibi hatırlarım.

bölgedeu inandığı gibi çalışmak isteyen, bir imamın kızı olarak, bereket ve başörtümü okul kapısında açmayı tecrübe ettiğimde daha 6 yaşındaydım. Ondandır ki, farklı olmak ve farklı olanla yaşamak, çocukluğuma ait bir deneyimdir.

Bir saate yanlış anlaşılıyordu, “annem uyanamadı herhalde” diyerek, okula gitmek için, bir saat erken alelacele evden çıktığımda, tanktan ve askerden başka bir sabah şey olmayan sokakta, “Burası? Bir simülasyon mu? Başka bir boyutta mıyım?” Diyen tanımsız duygu, 12 uzunlukta ansızın ulaştığım beni…

Televizyon ve radyodan başka iletişim aracı yoktu evimizde. Yazdığımız telefonda yazmaktan kurtulmak için her yıl hala çıkmamıştı.

Almanya'da günüm, İngiltere'de kuzenim vardı velakin Dolar ve işaretler da yasaklıydı o günlerde... Cebinizde taşıyamazdınız...

12 Eylül ile birlikte, siyasi yasaklarla tanıştık, yasak kitaplar, yasak sanatçılar… Yazarlar ve şarkıcılar yurttan kaçtılar. Cem Karaca mesela… Annesi Toto Hanımın avukatının, yazıhanesi bizim soğuğumuzun başında, evimize birkaç bina mesafedeydi. Sık sık gelirdi avukatın yanında, biz de gelip geçen çocuk bakışlarımızla tanıklık ederdik, bir annenin oğlu için çırpınışına…

“Bir sağdan bir soldan” kaç fidanın “Asmayalım da besleyelim mi?” denilerek darağacına gönderildiğine tanıklık ettik.

Hatta alınan gençlerden, Halil Esendağ'ın kefen için parası yoktu, 20 kişi bir araya gelerek yine kefen parasını toparlayamadıklarını, aralarından birinin teker tekerlerini istedikleri için kefen olarak diktilerini, Cengiz Baktemur'un ise taburesinin cellât tarafından ilk tekme halindeyken, can çekişip, sonra uzadığını İçlerinden birinin "böyle büyüyemez, tutunmayı" dediğini, cellatın tekrar devam ettiğini, bu defa ipi boyuna tam dayanabildiğini ve tabureye bir tekme daha atıp, Cengiz'i iki kez idam edildiği ve onlarca hazin hikâyeyi ise, çok sonra öğrenilir.

Yasak kitaplar vardı, yasak yazarlar… Kimileri hayatta kaldı, kimileri bol miktarda mevcuttu, yadigâr kalan kitapları ve adı bile yasaklıydı. 

İmam Hatip öğrencisi olarak ilk kez başörtüsü yasağını 12 Eylül sonrasında deneyimledik. Başörtülerimizi aldık, ne olduğunu anlamadık, biçimsiz, hem hocalar hem de Türkiye için yeni olan kemikler taktık kafamıza. 

Liseyi bitirip üniversite tercihlerimde ilk sırada yer alan İstanbul Üniversitesi Basın yayın YO'nu yazınca, rahmetli babamın ilk sorusu “Başörtüsüyle bu mesleği yapabilecek misin?” vardı.

1987'de okullarda yeniden başörtüsü yasaklandı. Okulun müstahdemi, aldığı emirle kollarımızdan tutarak bizi okuldan aldı. Büyük bir hevesle, ilk tercihe yazdığım okuldan… Okulda devam etmeyen, biz bir şekilde başarılı olan ama bazı yedeklerki tıp fakültesi beşinci sınıftaydı… Bırakılan okullarını, bazı da yurtta gurbete gitti okumak için.

Hem kadın hem de erkek polisler üniversitenin sigortasından sorumlu olarak, “vazife” dediler, başörtülü kızlar okula gidemediler.

Bosna'da ki kadınlar yalnız kadınlar için yürüyüşler yaptık, başörtüsüne özgürlük için oturma eylemi yaptık, pankartlar, dövizler taşındık, toplu telgraflar çektik. Ama polise kilit taşı atmadık, maske takıp araç yakmadık, molotof kokteyli atmadık. Doğrusu, amme hakkı ile yoğrulmuş olduğumuzdan aklımıza bile ulaştık. Hakkımızı savunmayı dahi “diğerlerinin” hayatlarını gözetmeyi görevi bildik.

Mezun programlandıktan sonra, başörtüsüyle kamuda planlama planlamadı bile… Öğrenilmiş çaresizlikti belki de… Özel patlamada göreve oluşan yeni yazı işleri müdürü “İşe ilk giren personel başörtülü olmasın, başka elemanlar da alınacak, sonuçlarn var mı?” diye sormuştu. Öğle yemeğinde dahi alkol alan müdürüm, ateşçi daha sonra anlatan foto muhabiri iş arkadaşımızla birlikte çalıştık ve iş yaptık.

Birkaç ay çömez bir muhabir, yöneticiyken, o dönemde Yunus Emre ile ünlü olmuş bir sanatçıya röportaj göndermişti. Alınan bir randevu olmasına rağmen, müdahaleler için uzakta kalmaktan farklı, bir oda dolusu insanın yanında, yerinden bağırmaya başladı. “Seni bana nasıl gönderirler? Benim Çağdaş Yaşamı Destekleme üyesinden görenleri bilmiyorlar mı?” yüksek tonda bir dizi hakareti de beraberinde sıraladı. 21 yaşında genç bir muhabir olarak sırtımdan aşağı suüzülen teri hala aynı şekilde devam ediyor. Hem hakaret işitmiştim hem de röportajı yapamayacaktım. Zihnimde onlarca cümle birkaç saniye içinde fırlayıp geri döndü. İşime olan saygım, işittiğim ihlallerin geçişi ve ağızımdan “Ben burada, işimi yapmaya geldim, müdürden haber almak istedim, o zaman ben de bildirmeyi bu gerekçeyle yapamadığımı mı yazıp vereyim?” döküldü. Herkes derin bir nefes aldı ve ben tam iki saat süren bir röportaj yaptım.

Benden nefret etmeyen hastalıkların safra oluşumları iş çıkarmanın ilk deneyimidir bu…

28 Şubat sürecinden sonra; tankların sivil insanların gözleridağı, bugün “kadın hakları” diye feryatlanırken, o gün eş durumda dahi başörtüsünün sicil bozduğu, eğitimli başörtülü kadınların bırakmadığı, kocalarının sicilleri için evden çıkamadığı, kocalarından ayrı, başka başka hayatlar yaşadığı günlerde biz…

Hasbelkader işinde başörtülü birkaç kız ise “Başka çalıştırma yeriniz yok” denilerek arka planda üç otuz paralara çalıştırıldı.

Doktora yaptığı halde, geçim derdinden, komisyonun devre mülk pazarlama işinde çalışan başörtülü kadınlar vardı.

Şair ve şiirde dolaşır, okuyan ise kültüre girerdi, bir zamanlar…

Ayrıca; Devlet Güvenlik Mahkemeleri vardı.

Bazı iller “olağanüstü” haller içindeydi.

“Kadının adı yoktu” ya muhafazakar dindar kadının ise cismi bile yok sayıldı.

Bunlar bir çırpıda yazılan ama zor yaşananlar yasaklar…

Y ve Z kuşağı bilmez, yetişmedi o günlere…

Özgürce “var” olsun çocuklar, özgürce “var” olsunlar…

70'li, 80'li yolculuklar, tarih adına küçücük bir değil düşülsün ve sadece anında kalsın istedim.

 

2013 / TEMMUZ -STAR GAZETESİ AÇIK GÖRÜŞ