28 ŞUBAT , “FÜRUAT” İLİŞKİSİ
Dayanamadım…
“Bu konuda bir daha yazmayacağım” dedim.
Olmadı…
“Vali eşi” konusu, kalemi, durduğu yerden çıkardı.
İlk kez yasak ile 1982 de İmam Hatip Lisesi’nde tanıştım. “Bonenin” adını ilk kez o zaman duydum ve ilk kez o zaman tecrübe ettim.
Sonra biraz nefes aldık derken, 1987’de bu kez üniversiteli olarak, omuzumuzdan tutulup, kapı dışarı edildik. Çağdaşlarım bilir, İstanbul Üniversitesinin önündeki kaldırım taşları şahitlik eder.
28 Şubat’a kadar “sadece kadınların” sorunuydu başörtüsü yasağı… Erkek destekçilerimiz kuşkusuz vardı. Eylemlere destek veren, yazan, çizen… Özal, yasal düzenlemeye gitti.
Lakin 28 Şubat’a kadar olan dönemde, özelde “başörtüsü” erkeklerin hayatına çok da dokunmadı. Onlar, kız kardeşlerine, eşlerine destek verme gayretinde idiler.
İyi hatırlarım…
O zaman da “bireysel” kararları ile başını açmak ve/ veya okulu bırakmak isteyen arkadaşlarımıza yine başta erkekler olmak üzere ciddi pres uygulandı.
Kimi başını açtığı için çevresince yargılandı. Kimi de perukla sınava girdiği için horlandı.
Bazı arkadaşlarımız da okulu bırakmak istediklerinde ailelerinden tepki aldı. “O diploma alınacaktı.”
Evini terk etmek zorunda kalan arkadaşlarımız oldu.
Başını açan ve/veya açmayan, her ikisi için de baskı ve zulüm yaşadı, hem rejimden hem de en yakınlarından.
O günlerde başörtüsü “füruattan” değildi.
28 Şubat, sadece “başörtülü” kadınların değil, topyekûn müslümanların, toplumdan tedriç edilmeye çalışıldığı bir dönemdir ve ne yazık ki yine “görünür” olduğu için “başörtüsü” üzerinde sembolleşmiştir.
1951…. 1972 ….1967… 1987’de değil, ilk kez 28 Şubat’ta erkeklerin de hayatına “başörtüsü” gölgesi düşmüştür.
Kamuda görev alacaklar, özel sektörde palazlanmak isteyen erkekler için ilk kez “eşleri üzerinden” bir imtihan başlamıştı.
“Başını açmak, bone veya şapka takmak ya da vazgeçmek, okuldan, kariyerden… “ kadınlar sürekli bir çıkış yolu aramaya zorlandı.
Özel sektörde olduğu halde “artık taşıyamıyorum, yapamıyorum” diyerek başörtüsünü çıkaranlar oldu. Kocasının tayin olduğu ile, ilçeye gitmeyip, memlekette onu bekleyenler…
Her biri can başüstüne…
Açmak veya açmamaktı bütün mesele… Kadınlar her ne sebepten olursa olsun, kendi iradeleri, istekleri, tercihleri ve/veya hevesleri…. İle aldıkları her karar, bence tartışmaya kapalıdır ve hesap sadece kendilerine aittir.
Lakin kocanın, babanın veya mensubu bulunduğu grubun üzerinden yapılan bir baskı ikinci bir zulüm değildir de nedir?
28 Şubat’a kadar örtmek isteyene, “ örtme” diyen sadece rejim iken, 28 Şubat’ta mensubiyetleri de kadınlara açmaları yönünde baskı yaptığına şahit olduk. Deniz Işıker’in yazısında bahsettiği “ başını açmamanın- kafirlerle işbirliği içinde olma” ilişkisi kurulması, artık sözün bittiği yerdir.
Neydi mesele?
1951’de, 1967’de, 1987’de “ füruattan” olmayan başörtüsü neden 28 Şubat’a “füruattan” olmuştu?
Geçen yarım yüzyıla yaklaşan zamanda kadınlara neden “açmamaları veya okulu bırakmaları yönünde “ baskılar yapılmıştı”?
Geçen yıllarda yasak her hortladığında, dik durmaya çalışırken içten içe yanan ya da dayanamayıp ağlayan, gözyaşı döken ve hatta tedavi görmek zorunda kalan kız çocuklarının günahı neydi?
Niye, yasak ilk başladığı 1951’de, biri çıkıp “füruattan” demedi?
1967’de Hatice Babacan’a biri çıkıp, “füruattandır” deseydi de, O da bu kadar yükün altına girmeseydi?
Daha yakın zamana gelelim, 1987’de günlerce İstanbul Üniversitesi önünde taşlarda boşuna mı oturduk?
Niye biri çıkıp? “Füruattan” demedi?
Bu kadar yazdıklarımdan sonra, bir tek açıklama yapabiliyorum:
28 Şubat’a kadar “başörtüsü” yasakları, sadece kadınların konusuydu ve erkeklerin hayatını doğrudan etkilemiyordu.
Fakat 28 Şubat’ta, başörtüsü üzerinden, erkekler de ikbal kaygısına düştüler ve ne yazık ki bazıları “eşlerinin üzerinden dahi olsa, başörtüsü sınavını” veremediler.
28 Şubat’ta mesele sadece eğitim hakkı olmaktan çoktan çıkmıştı. Sadece okullarda değil, özel hastanelerde, işletmelerde çalışan kadınlar, vali, kaymakam, hakim eşlerinin başları neden ve nasıl açtırılmıştı?
Erkeklerin ikbal kaygıları, ilahi emirleri, o güne kadar olmayan bir tartışmanın içine çekmişti.
Unutmayın! Kadınların döktüğü gözyaşı Gayretullah’a dokunur…
“Füruat” yaklaşımı, kişinin kendi görüşü olduğunda, kendi kararını ve yaşamını bağladığında benim açımdan tartışmaya kapalıdır…
Ve fakat …
Ne zaman ki, yeni bir baskı unsuru olarak ortaya çıkar, hele ki “kafir” kelimesi ile yanyana anılır, işte o zaman söyleyecek sözümüz olur.
De get…
NİSAN / 2014