“YENİ MUHAFAZAKÂR” ERKEKLER, KIZLARDAN EVVEL YOLA ÇIKTI

Değişim şehirde tüm doğallığıyla yaşanırken, kökleri daha çok kırsalda bulunan muhafazakârlığın dalları, şehre uzandıkça, değişim çanları da çalmaya başladı.

Atatürk her ne kadar “köylü milletin efendisidir” dese de genç Türkiye’de “çağdaşlık, modernizm” şehirlilikle özdeşleşmişti.

Muhafazakârlığı, sadece köy ve kırsalda mahkûm zannedenler, göçle büyüyen şehirlerdeki “yeni muhafazakârlığı” ise görmezden geldiler.

 

Kimi ekmek kavgası, kimi sadece çocuklarını daha iyi okullarda okutabilmek için, şehre göçenlerin yeni yaşama ayak uydurabilmek için kendilerine özgü yeni bir tarzı da var ettiler.

İkinci dünya savaşından sonra okul bulunmayan pek çok köyde dindar ailelerin erkek çocukları için okumak demek “dini eğitim” almaktı. Medrese geleneği şekil değiştirerek Anadolunun pek çok yerinde devam etti. İlk Kur’an eğitimlerini köyde alan özellikle yoksul ailelerin çocukları, okuyabilmek için kasaba ya da ilçedeki hocaların yanına, kurslara verildi. Çocukluğunun ilk yıllarında çarıklı dönemi yaşayan babacığım, hoca olan dedemin en küçük çocuğu. Kendinden altı yaş büyük olan amcam, dedemde tamamladığı hafızlık sonrası dini eğitimini almak için ilçeye gittiğinde ilk defa “kara lastik” ile tanışıyor. Bir hafta sonu tatilinde köye geldiğinde, o zamanlar 5-6 yaşlarında olan babam, ağabeyinin ayağında “kara lastiği” görünce, o gece uyumadan evvel “Allah’ım acaba ölmeden ben de lastik giyebilecek miyim?” diyerek hayal kurmuş.

 

O zaman için, değişmek, gelişmek, okumak için ilçeye gitmek demekti ve hatırı sayılır bir parasal karşılığı vardı. Babam ailesinin maddi imkânı olmamasına rağmen okumak (dini eğitim almak) için uzunca bir süre yalvarmış. O çocuk dünyasında Kur’ana olan muhabbetiyle birlikte, “adam olmak için” tek çaresi okumaktı. Bilinen okullu olma örneği de ağabeyi gibi dini eğitim almak… Dedem önceleri maddi imkânı olmadığı için babamı ilçeye göndermek de hayli direnmiş, ama babamın okuma aşkı galip gelmiş. Benim ve kardeşimin kurduğu hayatta babamın okumaya olan bu aşkı hep rehber olmuştur.

Özelde babamın serüveni, bir sonraki nesilde de pek bozulmadı. Köyde yaşayan yoksul dindar ailelerin çocukları, değerlerine yabancılaşmadan okuyabilmesinde, şehirli olmasında Kur’an Kursları öncü oldu. Çağdaşlığı bağnazlıkla karıştıranlar, Kur’an Kursları ile “yobaz dindarlığın” yaygınlaştığı zannına kapılabilirler. Şehirde, sistemin denetiminde olan bu kurumlar, eğitimli dindarların yetişmesinde ve sisteme entegre olmasında ve şehirli dindar muhafazakar sınıfın var olmasında önemli bir yere sahiptir.  Hatta kendi içlerinde bazı marjinaller tarafından, devlete bağlı Kur’an Kursları, eleştirmiş, çocuklarını yozlaştırdığı, sisteme entegre ettiği gerekçesiyle itibar edilmemiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı hafız yetiştiren bu Kur’an Kursları, hafızlığı bitiren öğrencilerini İmam Hatip Liselerine (İHL) gönderdiler. Ayrımcılık burada da kendini gösterdi ve İHL’ne ilk gidenler yine erkekler oldu. 1978 yılına kadar İHL’nin kapıları kızları kapalıydı. Kur’an Kursu, İHL ve yüksek İslam Enstitüsü ile başlayan serüven, fark derslerini vererek düz liseyi bitirmek ve farklı branşlarda üniversite okumak olarak kendini gösterdi. İmamlık veya  müezzinlik yaparken Hukuk fakültesi okuyanlar hiç de azımsanamaz. Niye hukuk? Tıp Fakültesi okuyamazlardı, çünkü, Kuran Kursunu bitirip, temel eğitimi aldıklarında evlilik çağına gelmişler, çoluk çocuğa karışmışlardı ve nafaka telaşları vardı. Onun için hem imamlık veya müezzinlik yapıp hem de üniversiteli olacakları bölümlerin başında hukuk geliyordu.

Erkeklerin öncelikle çıktığı eğitim yolunda “yeni muhafazakarlığın” temelleri atılmış oldu.

Cinsiyet ayrımcılığı burada da kendini belli etti. Erkekler, yola kızlardan önce çıktı, daha önce okullu oldu. Rahmetli babamın penceresinden hayata bakan ilim irfan sahibi dindar, muhafazakâr, az sayıda cesur erkek, öncelikle kızlarını okutarak, hayata dâhil olmalarını sağladı, teşvik etti.