Ekonomik olarak her geçen gün daha da büyüyor ve güçleniyoruz… Refah düzeyimiz artıyor, hem bölgede hem de dünyada söz sahibi bir ülke oluyoruz. Diğer yandan, dünya ve özellikle gelişmiş ülkeler ise; çocuk, gençlik ve hatta yaşlılık dönemlerine ait çıkan tüm yeni sorunlar için yeni yeni çözümler arıyor. Bütün bunlarla birlikte, ekonomik büyümenin devamı olarak, Türkiye için özellikle sosyal yaşama ve sorunlarına dair “ yeni şeyler” ortaya koyma vakti gelmiş ve hatta geçmektedir.
Bu aziz millet, genetik mirasından getirdiği tüm zenginlikle, bir ayağı gelenek, inançlarıyla birlikte köklerine sıkı sıkı bağlı, diğer ayağı ile de dünyayı dolaşarak, “şimdi yeni şeyler söylemek lazım cancağazım” diyecek güç ve kudrettedir. Türkiye, Yeni Türkiye olacak ise, başta sosyal hayata dair soru ve sorunlara, diğer yaklaşım ve tecrübeleri, yenilikleri de göz önünde bulundurarak kendi özgün yaklaşım ve modellerini geliştirmek zorundadır. Bu, beklenti içinde olan diğer ülkeler için de önemli bir rol model olacaktır.
Sosyal yaşama ait sorunları ve çözümleri, bize dayatılan kodlarla konuşmaktan vazgeçmeli, kendi özgün model ve kavramlarımızla kendi “sosyal restorasyon”umuzu gerçekleştirmeliyiz. Başta aile kurumu olmak üzere, eğitim, sanat, kültür, şehircilik, yerel yönetimler, spor, medya… vb tüm alanlarda, popülizmden uzak, yeni ve özgün şeyler söylemeye ihtiyacımız var.
KADİM TARTIŞMA
Sosyal yaşamın temelinde aile kurumu olduğundan “sosyal restorasyon” dendiğinde hemen tüm ideolojiler, aileye gözlerini dikerler. Aile ve aile içindeki soru ve sorunları, diğer tüm tecrübe ve yaklaşımları yok sayarcasına yaklaşır ve tanımlarlar. Oysa aileye ve beraberinde sosyal yaşama ait soru ve sorunları, çözüm bekleyen yeni durumları, ne eskinin katı tutum ve davranışları ile ne de bize dışarıdan dayatılan, aileyi küçümseyici hatta yok sayıcı bir üslup ve yöntemle çözebiliriz.
Bu, kadim bir tartışmadır.
Aristo mantığı ile ve tutucu bir yaklaşımla eski ve yeni sürekli kavga eder olmuştur. Üstelik eskinin tutuculuğunu konuşanlar, yeninin tutuculuğunu ise görmezden gelirler. Köklerimiz, tecrübelerimiz, değerlerimiz kadar yeniliğe, yeni ufuklara ihtiyacımız olduğu gibi yenilenmek kadar tecrübelerimizi biriktirmeye ve aktarmaya da ihtiyacımız vardır.
AİLEYE İADE-İ İTİBAR ZAMANI
Kadın ve aileye zaman içinde öyle anlamlar yüklendi ki, bu iki kelime bir anlamda farklı ideolojilerin sembolleri haline geldi. Kadını kutsarken aileyi, aileyi kutsarken kadını yok mu sayacağız? Ya da mutlaka birini kutsamak, seçim yapmak zorunda mı kalacağız?
Şiddetin Yakıcılığı
Şiddet öyle yakıcı, yok edici bir kelime ki, yanına konduğu her kelime ve kavramında yok edip içini boşaltıveriyor.
Aile içi şiddet...
Kadına yönelik şiddet...
Töre ve namus cinayeti...
Kadın, aile ve töre kavramları neredeyse cinayet ve şiddetle özdeşleşti. Gençler aile kurmaktan korkar oldu, folklorik zenginliğin de ifadesi olan törenin, bizzat kendisi cinayete kurban gitti. Belki de tüm bu tartışmaların temelinde "ben" ve "biz" in kavgası yatmakta... Kim bilir?
Ya Aristo mantığı ile " siyah ve beyaz" düşünmeye alışmışız, kodlanmışız. Ya "ben"in hakları için çarpışacağız, ya da "biz"in hakları için. Bu uzun, çok uzun bir tartışmanın konusudur aslında...
Kadın ve aile konusunda kamplara bölündük.
Bazılarına göre; kadın hakları için mücadele ediyorsanız, "ben" den yanasınız, "biz"i temsil eden aileyi ikincilleştirirsiniz...
Bir başkasına göre ise; ailenin önemine vurgu yapıyorsanız, "kadının adı yoktur".
"Hem" , "hem de" demeyi unuttuğumuzdan seçim yapmaya zorlandık...
Hem kariyer, hem çocuk yapan, mutfakta soğan kavurmaktan imtina etmeyen, hem mesleki başarıyı yakalayan, hem de yuvasında anne ve eş olan o kadar çok kadın var ki...
Veya çocuğunun beslenmesini hazırlayıp sabah okula bırakmaktan, sofra kurmaktan gocunmayan o kadar çok erkek...
Aile olmak, yuva sahibi olmak, eş veya ebeveyn olmak aslında bir tek kadın veya erkeğin görevi olarak tanımlanamaz.
Yani, tek başına birinin üzerine yıkılamaz aile olmanın tüm sorumluluğu...
Güçlü bir ailede erkek, kadın, çocuk her bir bireyin ayrı ayrı tanımlanmış hem hakları, hem de görevleri vardır. Zamana ve sosyal çevreye göre bazı görevler esner veya daralabilir; bu ayrı bir tartışma konusudur... Fakat aslolan, ailenin, birilerinin sadece verici, diğerlerinin ise sadece alıcı olduğu bir kurum olmamasıdır. Bir başka tartışmanın konusu olmakla birlikte; kadın ve erkeğin aile içindeki dengesini konuşurken, özellikle şehirlerde “çocuk erkil” aileye doğru gittiğimizi görmezden de gelemeyiz.
İhtiyaç analizimiz değişince aile olmaktan vaz mı geçeceğiz?
Yeni kavramlar ve kodlarla konuşmalıyız artık...
Evlilik ve aile olmayı, nesnel ihtiyaçları karşılama üzerinden tanımlayarak yapıyoruz en büyük hatayı... İçinde sadece başlangıçta dahi olsa bir tutam aşk, empati, insaf, vicdan, muhabbet, güven, sorumluluk… hasılı insanlık yoksa her evlilikle yuva kurulmuyor maalesef...
Her Evlilik Aile Değildir
"Kendimiz için istediğimizi diğeri için de istemedikçe" her evliliği aile yapamayız.
Kimin bulaşık yıkayacağı, çocuğu kimin okula bırakacağı kadar basit bir görev listesi bizi aile yapmaya yetmez... Kişilikleri, yaşları, cinsiyetleri ne olursa olsun, her bir sağlam parçanın oluşturduğu yeni sağlam bütünün adıdır aile... Aynı zamanda, yaralı ve/veya zayıf parçasını da dayanışma ve tolerans ile güçlendirmeyi bilmektir… Kendimize değer biçmeden evvel diğerine değer vermeyi öğrenmektir... Kadın ve erkek ile çocukların görev sorumluluk eğrisi her zaman aynı eşit değildir kuşkusuz. Hatta zaman ve şartlara göre farklılık, çeşitlilik de arz edebilir.
Bas dayayacak omuzdur aile olmak... Her zaman çözüm üretemesek, hatta anlamasak da dinlemek, dert ortağı olmaktır aile olmak...
Zaman zaman fikir ayrılıklarına düşsek de, bir masada yemek yemek, zile basınca birinin mutlaka kapıyı açacağını bilmektir aile olmak... Pazar sabahı kahvaltıda yumurta tokuşturmak, TV kumandası için kapışmak, hasta olana ilacını getirmek, "ayaktayken bir çay da bana koy" diyebilmektir aile olmak... Kardeşinin kıyafetini ödünç almak, küçük sırlarını paylaşmak…
Gece tuvalete kalktığında tüm odaları dolaşıp çocukların üstünü tek tek örtmektir aile olmak...
"Merak edip beklemesinler" diye gecikeceğini yüksünmeden arayıp haber vermek, bireysel keyifler kadar birlikte yapılanlardan haz almaktır aile olmak...
Özlemektir, karşısındakinin gözyaşını silmek, konuşmasa, anlatmasa da O'nu anlamak, gözlerinden okumaktır aile olmak...
Sorun çözme becerisini birlikte geliştirmek, sağlıkta olduğu kadar hastalıkta da bir ve birlikte olmaktır aile olmak...
Araya yollar, şehirler girse de ayrı olmamaktır aile olmak...
Haklarımızı kutsarken, görevlerimizi de unutmamaktır aile olmak...
Aslında aile olmak o kadar çok şeydir ki, satırlar ve sayfalarla anlatmaya çalışmak beyhude olur. Sadece iş bölümüne indirgemek, görev çetelesi tutmak, aile olmaya hakaret etmektir...
Eğer sosyal restorasyondan aile kurumu nasibini alacaksa, kadim doğrulara sıkı sıkı sarılan, yeni durum ve ihtiyaçları gören, özgün bir üslup ve yöntem kullanmalıyız.
HAZİRAN / 2012