ŞEHİRLERİN CİNSİYETİ OLSAYDI EĞER…

Eğer şehirlerin cinsiyeti olsaydı…

 

İstanbul bir kadın olurdu…

 

Kendinden emin, fettan, işveli, zaman zaman çakır keyif… Okuryazar, üç beş dili anadili gibi konuşur... Sıcacık, hani yeni moda tabirle pozitif elektrik yayar etrafına.

 

Her güzel kadın gibi zaafları ve maharetleri vardır. Tutucu tarafları vardır, eskiye dair… Ama yeniliklerin de peşinden koşmadan edemez.

 

Bir ana kadar da sıcaktır aynı zamanda, bağrına sığındığında taşından toprağından ekmek çıkarır. Ama kaderine razı olacaksın, isyanı sevmez...  Çocukluğunun yadigârı Arnavut kaldırımlarını bir bir yok oluşuna da kahreder.

 

Yaşı biraz ilerlemiş olmasına rağmen şarap gibidir. Dudaklarından aşk nameleri de dökülür, öfkelendi mi ağzı açılmadık küfürler de… Kendinden o kadar emindir ki; sana uyum sağlamak gibi bir problemi yoktur. Eğer birlikte yaşamak istiyorsan, sen O’na uymalısın. Hanlar hamamlar istemez, başını sokacak bir gecekondu yeter… Hâsılı aşk kadınıdır…

 

Görmüş geçirmiştir. Ne sarhoşlar, berduşlar, hırsızlar barındırmıştır koynunda… O’nlar köşe kapmaca oynarken seyre dalmıştır. Kâh sultanlarla hasbıhal etmiştir, kâh aşk ateşine düşenlerle… Aşiyan’da Tevfik Fikret’i ağırlamıştır, Piyer Loti tepesinde Aziyade’yi… Galata’da Mevlevilerle semada mest olmuş, Fener’de ayine katılmıştır. Ayasofya’da Hz. Meryem’e dua etmiştir, Sultan Fatih’le namaz da kılmıştır. Süleymaniye’de, Unkapanı’nda, Koca Mimar’la selamlaşmıştır. Florya’nın mesire yeri olduğu dün gibi hatırındadır.

 

Üsküdar’da, Eminönü’nde balık ekmek yemeği sever, boğazda aslan sütü içmeyi… Yavuklusunun cenk eylediği Rumeli Hisarı’nda Sezen Aksu dinlemeyi…

 

Hâsılı, hem eğlenecek hem de evlenilecek (!) kadındır, Şehri İstanbul…

 

Ya Ankara…

 

İstanbul ne kadar kadınsa Ankara o kadar erkektir. Taşralı bir erkek…

 

Şehirler ne kadar damıtılırsa o kadar kimliklenir. Geçmişten gelen nefesi ne kadar kuvvetli hissederseniz yüzünüzde, bilin ki şehir o kadar dimdik duruyordur ayakta…

 

Oysa Ankara’nın şehir sancıları, hemen tüm yaşayanların hatıralarında daha taptaze... 

Fotoğraf albümü, Kurtuluş Savaşı ve ilk meclis yılları da olmasa neredeyse bomboş, birkaç açılış, birkaç yemin töreni, o kadar…

 

Ankara, eğitimlidir. Üstelik iyi eğitimli, ama hala taşralı, biraz kaba saba… Ne bütününde ne detaylarda estetik kaygısı yoktur. Giyim kuşamından, dinlediği müziğe kadar her şey hayli eğreti durur üzerinde.

 

Lojman hayatı da olmasa hemen hiçbir sosyal çevresi olmayacak. Belki de bu steril lojman hayatı yüzünden, neredeyse kastlarla algılıyor insanları. Son derece mesafeli…

Bahçeli ve Arjantin Caddesi arasına sıkışmış eğlence hayatı. O da çeşitlilikten uzak…

Sadece O’nun istediği sosyal hayatı yaşayacaksınız. Eskilerin dediği gibi “nev-i şahsına münhasır” beklentiniz varsa; üzgünüm…

Renksizliği yüzüne öyle vurmuştur ki, daima hasta zannedersiz. Ne kahkaha attığı duyarsınız, ne de hüngür hüngür ağladığını… Bazen “Yaratılırken duyuları unutuldu mu?” diye geçer içinizden. Ketum, özgüvensiz, sürekli temkinli ve tedbirli…

 

Belki bütün bunlar, sükûnetten başka bir şey aramayan insanlar için tatmin edici olabilir. Ama hayatında iz bırakanlardan olmak için, Ankara’nın daha kırk fırın ekmek yemesi lazım.

 

Eğer şehirlerin cinsiyeti olsaydı ve Ankara ile İstanbul flört etseydi, eminim İstanbul erkeğini (biraz kaba saba olacak ama) parmağında oynatırdı vesselam.